Yıl: 2015

15/10/2015

Kayıp sonrasında kişinin hiçbir yas belirtisi göstermemesi normal değildir.

https://www.puttygen.net/

Posted in TV by admin
15/10/2015

Travma yaşayan kişi tehdit algısıyla kendisini çevresinden soyutlar

, bu nedenle kişinin sosyal ilişkileri bozulabilir.

Posted in TV by admin
14/10/2015

Travma sonrası stresi aşmak için psikoterapi, E.M.D.R. gibi yöntemler uygulanabilir.

https://www.puttygen.net/

Posted in TV by admin
12/09/2015

Kayıp insanoğlunun baş etmekte zorlandığı bir deneyimdir. Varlığına alıştığımız-bağlandığımız bir şeyden kopmak acı verir. Bu kopma değer verdiğimiz bir eşyanın kaybı kadar somut, ya da bir hayalin kaybı kadar soyut olabilir. Kaybımız için yas tutarız. Yas bu noktada bizi “iyileşmeye” götüren bir süreç gibidir, yani o şey olmadan yaşamaya tekrar alışmak. Yasın evreleri yaygın biçimde bilinir; süreler ve şiddeti değişse de birçoğumuz bu evrelere paralel tepkiler veririz. Yas süreci önce inanmama ve inkâr, sonra şok ve uyuşma, ardından arzu etmek, çaresizlik ve hayatı tekrar düzenleme ile son bulur. Böylece kayba uyum sağlar ve öncesinden farklı da olsa yaşama devam ederiz.
 
Net-açık durumlar için böyledir. Peki ya kayba dair belirsiz durumlar? Daha karmaşık kayıp durumlarına verilen tepkileri Pauline Boss “Belirsiz Kayıp” (ambiguous loss) olarak tanımlamaktadır. Kısaca, kaybın “ölüm” gibi net tanımlanamadığı durumları içermektedir, kaybettiğimiz kişi bir yandan burada iken bir yandan değildir. Belirsiz kayıp, kayba dair bir kapanış yapmayı engeller ve kişi üstünde travmatik bir etki yaratır. Boss iki tip belirsiz kayıp tanımlıyor: “Fiziksel olarak yok – Psikolojik olarak var” ve “Psikolojik olarak yok – Fiziksel olarak var”
 
Hoşça Kal Demeden Gitmek
 
Belirsiz kayıp yaşayan bireyler ya da aileler kayıpları kesinleşmeden yas sürecini tamamlayamazlar. “Fiziksel olarak yok – Psikolojik olarak var” olma durumuna en uygun örnek bir aile üyesinden haber alınamayan yaşantılardır. Bu belirsiz kayıp süreci farklı dışsal nedenlerle meydana gelmiş olabilir; gözaltı ya da tutuklama, doğal bir afet sonrası, kaçırılma, kaybolma ya da rehin alınma gibi. Kişiye ya da bedenine ulaşılmadıkça, yani ölüm netleşmedikçe geride kalan aile için psikolojik var oluşu sürmektedir. Geride kalanlar için umut devam etmekte ve kayıp bireyin bir biçimde bulunacağı ya da kendisinin geri döneceğine inanılmaktadır. Bu inanç, fiziksel yok oluşa rağmen psikolojik var oluş devam ettiği için bir kapanış ya da yas sürecini engellemektedir. Birçok aile için kayıp birey bulunana kadar yaşam dondurulmuş, özel günler, kutlamalar ertelenmiştir. Bu sıra dışı kayıplar dışında günlük yaşamda boşanma da benzer bir etki ile izlenmektedir. Özellikle çocuklu boşanmalarda, karı-koca ilişkisi kaybedilmiş ama ebeveyn rolü devam etmektedir. Bu noktada ilişkide bir şey kaybedilmiş ama diğer şey hala durmaktadır. Boşanma sonrası tekrar evlenmelerde kimin aile tanımı içinde kimin dışında olduğuna dair karmaşa yaşana bilmektedir. Boşanma gibi evlat edinme sürecinde de kayba dair kapanış tam olarak yapılamaz. Biyolojik anne hem evlat edinen ailenin hem de evlat edinilenin zihninde psikolojik olarak var olmayı sürdürmektedir. Evlat edinilen kişilerin biyolojik ailelerini bulma eğilimi de bu belirsiz kayıp durumunu kırmak için bir çaba olarak görüle bilir. Yine bu tip belirsiz kayıp durumu içerisinde değerlendirilebilecek diğer bir yaşam deneyimi de göçtür. Hem göç eden kişiler hem de onların geride bıraktıkları için “Fiziksel olarak yok – Psikolojik olarak var” olma durumu söz konusudur.
 
Gitmeden Hoşça Kal Demek

Psikolojik olarak yok olma durumu da diğer deneyimler kadar yıkıcı olabilir; sevdiğimiz kişi fiziksel olarak vardır ama aklıyla-zihniyle-kimliğiyle orada değildir. “Psikolojik olarak yok – Fiziksel olarak var” olma durumu için en belirgin örnek bir aile üyesinin Alzheimer ya da ağır beyin hasarı olması gösterilebilir; sevdiğimiz kişi ölmüş değildir ancak bizle ilişkide olamayışı sonucu psikolojik boyutta yoktur. Bunun gibi aşırı alkol, madde ya da teknoloji bağımlısı kişilerin, akıl sağlığı hastalarının, iş-kolik bireylerin aileleri için de belirsiz kayıp deneyimi yaşadıkları söylenebilir. Bu tip belirsiz kayıp yaşayan kişiler kendi deneyimlerini “Bedeni burada ama aklı-ruhu başka yerde!” diyerek özetlemektedirler. Benzer biçimde ebeveynleri tarafından ihmal edilmiş ya da eşleri evlilik dışı ilişki yaşayan kişiler de belirsiz kayıp deneyimden geçmektedir.

Karmaşık Duygulanım
 
Kayıp

, belirsizlikle karmaşık bir hale geldiğinde, yas süreci donar, devam etmez. Belirsiz kayıp yaşayan bireyler-aileler hareket alanlarını kaybeder, izole olur ve kayıpla baş etmek için gerekli desteği almakta güçlük çekerler. Genelde çaresizlik ve üzüntü duygu olarak öndedir. Kaybın kendisine de tolerans düşer. Çelişkili (ambivalence) düşünce ve duygular yaşanır. Duygulanımda yoğun biçimde iniş-çıkışlar gözlenir. Belirsiz kayıp sürecinde de inkâr bazen işlevsel bazen de problematik olarak karşımıza çıkar. Yoğun bir suçluluk doğursa da, fiziksel yok oluşu da sağlayarak sürecin net bir kayba dönüşmesi için diğerinin ölmesini istemek ya da hayal etmekte görülür.

Belirsiz kayıp deneyimlenirken bir kapanış-sonlandırma yapmak mümkün değildir. Değer verdiğimiz kişi yaşamımızın bir boyutunda var iken diğer boyutunda yoktur. Bu çelişkiyi anlamak belirsiz kayıpla baş etmekte de ilk adım olarak görülür.  Kendileri için kaybın bir anlamını bulmak, deneyimledikleri sürece dair uzmanlaşmak, çelişkileri normalize etmek, bağlanmayı yeniden gözden geçirmek ve umudu bulmak belirsiz kayıpla baş edebilme adına diğer adımlar olarak özetlenmektedir.

Posted in Blog by admin
12/09/2015

Her şey bir akıma dönüştüğünde abartma eğilimimiz malumdur. Sağlığa iyi geldigini öğrendiğimiz bir ürünü aşırı tüketip zehirlenmek gibi, son birkaç yıldır kişisel gelişim kitaplarının farklı kavramlaştırmalarla sunduğu “pozitif düşünme” ilkesi de maalesef böyle. Bu akım içerisinde bolca duyduğumuz kavramlar; olumlu-pozitif düşünmek, beyni yönetmek, sır, çekim yasası, kuantum vs. Bugün artık soyut kavramları da aşıp, olguları fizik kanunları ile açıklama çabası, enerji gönderme ve alma (!) noktasına vardırmakta. Kitapçılardaki kişisel gelişim rafları tuhaf isimli kitaplarla dolup taşarken, gazete ve televizyonlarda da “düşünce gücüyle” gerçekleşen başarı hikayeleri (yenilen kronik hastalıklar vs) dönüp duruyor. Geride bıraktığı tat ise “benim yapamadığım, başkalarının yaptığı, hatta kitabını yazdığı” bir akım.

Teoloji ve felsefeyi bir kenarda bırakıp, psikoloji tarihi açısından baktığımızda öncelikle bilişsel (cognitive) modelin bu alanda düşünce sapmaları, olumsuz inançlar ve onların etkileri üstünde uzun zamandır çalıştığını görüyoruz. Yine son on yıl içerisinde “pozitif psikoloji” akımının etkisiyle de bu çalışmaların daha güçlü verilere kavuştuğu ve yeni psikoterapi tekniklerinin gelişmesine fırsat verdiği de bilinmektedir. Yani kişisel gelişim rafları yepyeni bir şey bulmuş değildir.

Peki, bu önü alınamaz “pozitif düşünce” akımında bekleyen tehlike nedir? Birincisi aşırı dozda tüketilmesi ve zehirlenme etkisi: Bireylerin bu fazla konsantre edilmiş önermeler sonucu, olumlu düşünmenin mümkün olmadığı ya da beklenmediği yerlerde de kendilerini böyle düşünmeye zorlamaları. Bu, doğal olan süreçlerin engellenmesi demektir. Örneğin bir kayıp durumunda, boşanmada, işten atılmada; beklediğimiz tepki bir süre çöküş ve yas iken, buna izin vermeden toparlanma çabası gibi. Sonuç ise normal bir duyguya izi vermemek ve sistemi zorlamaktır. İkinci büyük tehlike ise bu fazla konsantre edilmiş önermelerden çıkan yanlış hipotezdir: Kötü bir şey yaşıyorsam bunu ben “çağırmış” olmalıyım! Böylesi bir aşırı genelleme

https://www.puttygen.net/

, çevremizde olan negatif yaşam olaylarını kendisiyle ilişkilendiren, egosantrik bir bakıştan fazlası değildir. Bu düşünce kalıbı, bireylerin kontrollerinde olmayan yaşam olaylarından kendilerini sorumlu tutarak, yoğun suçluluk duygusu yaşamalarına sebep olmaktadır.

Neden “pozitif” düşünemiyorum? Yine bu fazla konsantre edilmiş önermeler uyulması mümkün olmayan talimatlar içerir: “…düşünmeyin, …..aklınıza getirmeyin” gibi. Şu önerme bilişsel modelin bildik bir örneğidir: “Aklınıza kırmızı bir tavşan getirmeyin!” Bu talimata uymak mümkün değildir, henüz okurken aklımızda kırmızı bir tavşan belirir. Bunun gibi yönergeler paradoksal yönergelerdir ve bunlara eşlik etmek mümkün değildir. Pozitif düşünmek, bireye “Negatif şeyleri düşünme, pozitifleri düşün!” demekle mümkün olmaz. Yerleşik negatif düşünce kalıpları, birçok yaşam olayı ile şekillenir ve bunları değiştirebilmek için iyi yapılandırılmış modellere ve profesyonel desteğe ihtiyaç duyar.
Lütfen her durumda pozitif düşünmeye çalışmayın!

 

Posted in Blog by admin | Tags:
ARAYIN