NEDİR?
Anksiyete bozuklukları olarak da bilinen kaygı bozuklukları, kişide her an kötü bir şey olacakmış hissi, örneğin her an kötü bir haber alacağı ya da kendisinin veya yakınlarının başına kötü bir şey geleceği endişesi ile oluşan bir bunaltı duygusudur.
Kişinin kendi vücudunda veya dış çevrede algıladığı belirli uyaranları tehdit ve tehlike olarak yorumlamasıyla yaşadığı ve kontrol edemediği sürekli korku, sıkıntı, endişe ve gerginlik belirtileri ve bunlara eşlik eden belirli olay ve durumlardan kaçınma davranışları genel olarak anksiyete bozukluklarını oluşturur.
Belirli bir düzey anksiyete doğal, hatta gereklidir. Evrimsel açıdan fonksiyonel bir mekanizmadır. Kişiyi tehlike veya tehdit karşısında koruma, harekete geçirme işlevi gören biyolojik bir mekanizmadır. Gerginlik, titreme, çarpıntı, baş dönmesi, terleme gibi otonomik sinir sitemini ilgilendiren belirli bedensel belirtiler anksiyetenin bedensel göstergeleridir.
Ancak anksiyete şiddetli olduğunda ve uzun süre devam ettiğinde ve kontrolden çıktığında bu durum anksiyete bozukluğuna işaret eder.
TEDAVİ SÜRECİ NASIL OLUR?
Yaygın anksiyete bozukluğunda etkisi gösterilmiş olan terapi türü bilişsel davranışçı terapidir. İlaç tedavisine ek olarak uygulanabilecek psikoterapi ile kişinin olumsuz düşünce ve davranış biçimlerinin değiştirilmesi ve hastalıkla mücadele etmesi için daha aktif olması amaçlanır. Terapi 6-12 seans kadar sürmektedir.
Bilişsel davranışçı terapide hasta öncelikle hastalığının ne olduğu ve sebepleri konusunda eğitilmektedir. Bunun yanı sıra nefes alma ve çeşitli gevşeme egzersizleri, stresle başa çıkma yöntemleri ile kişinin rahatlaması sağlanır. Bunun yanı sıra çeşitli ödevler verilerek kişinin kaygı verici durumlara karşı duyarsızlaşması sağlanır.
NEDİR?
Depresyon, Daha önceleri severek ve kendi isteğimizle yaptığımız aktiviteleri çeşitli çevresel, hormonal ve genetik bozukluklardan dolayı yapmak istemediğimiz, zevk almadığımız çökkünlük halidir. Günlük kullanımdaki depresif olma durumundan çok daha farklıdır. Depresif kişi kendisini yorgun, üzgün, tembel, sinirli, motivasyonsuz hissedebilir. Klinik depresyon, normal üzüntü hissinden daha yoğun, sürekli ve kişinin günlük işlerini etkileyecek düzeydeki çökkün bir duygusal durumu ifade eder. Ayırt etme yöntemi için de iki kritere dikkat edilebilir:
- Süre:
İlk kriter, bu duygusal durumun ‘süresidir’. Yani kendinizi ne kadar zamandır depresif hissediyorsunuz ve gün içerisinde bu duygu durumu ne kadar sürüyor?
- İşlev bozukluğu:
İkinci kriter, bu duygu durumun ‘işlevlerinizi bozup bozmadığıdır’. Yani kendinizi böyle hissetmenize rağmen günlük işlerinizi yapabiliyor musunuz, iş yerindeki görevlerinizi yerine getirebiliyor musunuz, ya da okulunuzla ilgili ödevlerinizi, sınavları, ders çalışmayı yapabiliyor musunuz, gibi..
Eğer, (1) depresif duygu durum iki hafta boyunca, hemen her gün ve günboyu sürüyorsa ve (2) gündelik işlevlerinizi bozuyorsa, o zaman yaşadığınız bu depresif duygular bir psikolojik rahatsızlık olmaya başlamış demektir. Bu durumda bir uzmana danışmanızda ve profesyonel bir değerlendirme almanızda yarar vardır.
BELİRTİLERİ NELERDİR?
Konsantrasyon Sorunları:
İş yerinde, okulda ya da yemek yaparken dahi konsantre olamama, bir kitabın veya filmin sonunu getirmekte zorlanma gibi durumlar baş gösterebilir. Kişinin zihinsel performans başarısı düşer.
Huzursuzluk Hissi, Agresif Olma Hali:
Kişi kendini mutsuz, keyifsiz, çökkün, bazen üzgün hisseder. Çocuklarda ve ergenlerde depresif duygu durum kendini kolay öfkelenme, huzursuzluk ve gerginlik ile gösterebilir.
Karar Vermekte Zorlanma:
Kişiler dikkat, enerji ve ilgi gerektiren zihinsel görevleri sürdürmekte zorlanırlar. Zihinsel performans gerektiren işlerde başarıları düşer. Bu nedenle iş yerinde veya okulda görevlerini gerçekleştirmekte, derslerini dinlemekte, ödevlerini yapmakta, sınavlarda başarısız olurlar. Zihinsel yavaşlama aynı zamanda karar vermede de sorun yaşatır. Bu kişiler karar vermek zorunda kalacakları durumlardan kaçmaya başlarlar.
İştah Azlığı veya Aşırı İştahlı Olmak:
Yemek yemeye karşı kişinin iştahı azalmış, ağzının tadı kalmamıştır, canı hiçbir şey yemek istemez. Bu bazı durumlarda kişinin hızla veönemli düzeyde kilo kaybetmesine neden olabilir. Bazı kişilerde bunun tam tersi görünür. Kişinin bir anda yemeye karşı ilgisi artar. Hayatta tek haz aldığı şey yemek olmaya başlar. Bu nedenle kilo artışı yaşamaya başlayabilir.
Halsizlik, Enerji Azlığı:
Nedensiz halsizlik, hobi veya keyif alınan diğer aktiviteleri yapmakta zorlanma görülebilir. Kişinin hiçbir iş yapacak gücü kalmamıştır. Günlük ev işlerini ya da iş yerindeki görevlerini veya okuldaki derslerini ve ödevlerini yapacak güç bulamaz. Yataktan kalkmak, giyinmek, dışarı çıkmak, işe veya okula gitmek ya da evi derleyip toparlamak gözünde büyür. İşleri ertelemeye veya vazgeçmeye başlar.
Aşırı Alkol Tüketimi:
Depresyonda olan kişilerde alkol tüketiminin artması dışında aşırı hızlı araç kullanma, kumar oynama ve tehlikeli sporlar yapma gibi düşüncesiz davranışlarda artış gösterebilir.
Suçluluk, Değersizlik ve/veya Beceriksizlik Hisleri:
Genel mutsuzluk duygularına sevilmezlik, sevilmeye değer olmama ve değersizlik duyguları eşlik eder. Bazı durumlarda nedensiz ya da nedeni gerçekçi olmayan suçluluk duyguları yaşanabilir. Kişi kötü giden herşeyin sorumlusunun kendisi olduğunu düşünebilir.
Normalden Fazla veya Az Uyuma:
Kişi enerji düzeyindeki azalma ile daha fazla uyumaya, yatak içinde daha fazla vakit geçirmeye başlar. Fakat yatakta geçirdiği süre arttıkça enerjisi artacağına, tam tersi bir şekilde daha da azalmaktadır. Bazı kişiler bunun tersi olarak, uykuya dalmakta zorluk yaşayabilirler. Uykusuz geçen gecelerin ertesinde, kalitesiz ve kısa gündüz uykuları vardır. Ancak bunlar ihtiyaç duyulan dinlenmeyi sağlamazlar.
Hayatın Yaşamaya Değer Olmadığı Düşüncesi:
Bu duygusal hissizlik uzun sürerse, kişi ‘anlamsızlık’ yaşamaya başlayabilir. Kişiye hiç bir şeyin anlamı kalmamış, yaşamaya değer bir şey yokmuş, her şey boşmuş gibi gelir. Diğer belirtilerin yaşattığı sıkıntılar da eklenince, ölüp bu hayattan kurtulma fantezileri, ihtihar planları veya daha kötüsü girişimleri gözlenebilir.
DEPRESYON TÜRLERİ
Depresyon çeşitli türleri vardır. Depresyonun türüne göre depresyon belirtileri de değişebilir.
Reaktif depresyon
Belli bir olumsuz olay, durum, koşul, stres faktörüne bağlı olarak ortaya çıkan, o durum ortadan kalktıktan sonra genellikle geçen depresif belirtilerdir. Örneğin, sevilen kişinden ayrılmak, işini veya mevkisini kaybetmek, derslerden kötü not almak, belli bir konuda başarısız olmak, ekonomik yoksunluk veya sıkıntılar yaşıyor olmak, vb gibi koşullar sonucu ortaya çıkan ve bunlar değiştiğinde kendiliğinden ortadan kalkan depresif durumlar.
Minör depresyon
Depresif belirtilerin en az 2 hafta sürdüğü, ancak Majör Depresyondaki 5 tane belirtiden daha az sayıda belirtinin gözlendiği bir bozukluktur. Bu bozuklukta depresif belirti sayısı daha azdır ve kişinin işlevleri daha az etkilenmektedir. Sağlıklı durumundakiden daha depresif özellikler sergilemekte, ancak majör depresyondaki kadar ağır yaşamamaktadır.
Tekrarlayıcı kısa depresyon
İki günden 2 haftaya kadar süren ve 12 ay süreyle en az ayda bir kez ortaya çıkan depresif dönemler görülür. Bu depresif dönemler majör depresyondaki kadar ağır değildir, fakat kişinin duysal durumunda bir çöküş dikkat çekmektedir. Bu durum yıl içersinde ayda en az bir kez yaşanmaktadır. Dolayısıyla ayda bir kaç hafta depresif olan ama diğer zamanlarda her zamanki haline dönen inişli çıkışlı bir duygu durumu olan bir kişiyle karşı karşıyayızdır.
Karışık kaygılı depresyon
Burada kişi hem depresif belirtiler yaşamakta hem de kaygı (anksiyete) belirtileri göstermektedir. Ancak ne depresif belirtiler ne de kaygı belirtileri herhangi bir depresyon veya kaygı bozukluğunda olduğu kadar yoğun değildir. Kişinin kaygılı ve depresif belirtileri önemli düzeyde bir sıkıntı yaratmaktadır.
Distimi
Depresif duygu durumun yaşandığı, fakat diğer depresif belirtilerin 4 taneden daha az olduğu, bu belirtilerin şiddetinin çok yoğun olmadığı, kişinin işlevlerinin (ev işleri, mesleki işleri, okulu, diğer görevleri) bozulmadığı, ama depresif duygu durumun çok uzun süredir (2 yıldan fazla) devam ettiği bir depresyon tipidir. Artık neredeyse bir yaşam şekline veya kişilik özelliğine dönüşmüş gibi görünür. Bu bozukluğa Distimi adı verilmiştir.
TEDAVİ SÜRECİ
Depresyon, kendiliğinden geçme olasılığı düşük bir hastalık olduğu gibi olumsuz dış etkenler hastalığı tetikler ve nöbetlerin artmasına yol açar.
Tedavi, sadece ruh halinin gelişmesi ve yaşam kalitesinin yükselmesi için değil aynı zamanda fiziksel sağlık içinde hayati önem taşımaktadır.
Duruma göre psikiyatrik ilaç tedavisi veya psikoterapi uygulanır. Tedavi süreci hastanın iyileşme isteğiyle doğru orantılı olarak gelişme kaydederek ilerler.
İlişki problemleri genel anlamda evli olan ya da olmayan çiftlerin karşılaştıkları sorunları ele alır.
Evliliklerde ve romantik ilişkilerde yaşanan sorunların nedenleri çok boyutludur: hayata bakış açısı ve değerlerin farklı olması, olayları ele alış biçimlerinin uyumsuz olması, problem çözme biçimlerinde oluşan çatışmalar, iletişim güçlükleri ve yaşanan duygusal sıkıntılar vs. örnekler verilebilir.
İlişkilerde oluşabilen bu tip sorunları kişiler kendi çoğu zaman çözüme ulaştıramayabilirler, veya çözüme ulaştırmayı denemek yerine konudan kaçabilirler. Bu tip durumlar ilişkilerin sağlıklı ve dayanıklı olmasını engeller.
Bu nedenle ilişki problemler için danışmak en doğrusudur. Bu tarz problemlerin giderilmesi için yapılan terapilerde, çiftlerin birbirlerini daha iyi anlaması ve karşılaştıkları problemleri çözümleyerek ilişkilerine yardımcı olmak hedeflenir. Bu terapi yaklaşımında çiftlerin, uzman terapistin yönlendirmesi altında birbirlerine ve ilişkilerine karşı açık olmaları amaçlanır. Bu sayede ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve ilişkiye yönelen negatif düşünceler çözüme ulaşır. Amaç, çiftlerin iletişim kanallarını açarak birbirlerini doğru anlamalarına yardımcı olmaktır.
TSSB NEDİR?
Özellikle doğal afetler göz önüne alındığında, yaşanan bir afet sonrası mağdurlar yaklaşık % 10-15 olaydan çok kısa bir süre sonra toparlanır; olayın etkileriyle başa çıkabilir ve hatta “lider” rolü üstlenebilir. Yaklaşık %70 gibi bir bölümü ise olaydan etkilenir ve “stres tepkileri” gösterir. Bu gruba giren kişilere yapılacak her tür destek ve özellikle psikososyal destek çalışmaları çok önemlidir. Kişilerin vermiş oldukları “stres tepkileri”nin uzun ya da kısa süreli olması kendilerine verilebilen destekle doğru orantılıdır. Geriye kalan %10-15 gibi bir bölüm ise travmatik olaylardan uzun süreli olarak etkilenir. Yaklaşık rakamlarla verilen bu oranlar insan eliyle oluşan travmatik olaylarda daha farklı oluşmaktadır.
Aşağıdaki tablo, sıklıkla görülen travmatik olaylara göre Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanılarını alabilecek ölçüde travma belirtileri çıkartma oranlarını göstermektedir.
Akut Stres Bozukluğu (ASB) Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)
Endüstriyel Kaza |
%6 |
İş Kazası |
%6 |
Kasırga |
%7 |
Kasırga |
%7 |
Yanma ve Saldırı |
%13 |
Yanma ve Saldırı |
%13 |
Motorlu Araç Kazası |
%14 |
Motorlu Araç Kazası |
%14 |
Şiddet |
%19 |
Şiddet İçeren Saldırı |
%19 |
Silahla Tarama |
%33 |
Silahla Tarama |
%33 |
Tablo 1: Travmatik olaylara göre ASB ve TSSB gösterme oranları
Her üç kişiden biri, hayatlarının belli bir evresinde, travmatik bir olaya maruz kalır. TSSB bunlardan % 10-15’ini etkilemektedir. Bununla birlikte çoğu kişi TSSB yaşasa bile, bu konuda bir yardım almamıştır.
(a) Travma Sonrası Stres Tepkileri
Yaşanan olayın “olağanüstü” olarak algılandığı bir durumda gösterilen stres tepkileri, “anormal bir olaya verilen normal tepkiler” olarak görülür. Hemen ertesinde verilen tepkileri gözönüne alarak ciddi bir psikolojik rahatsızlıkla karşı karşıya kalındığına karar verilmesi yanlıştır. Yaşanan travmatik bir olay sonrası herkes stres tepkileri gösterir; birkaç gün boyunca yaşamak normal ve beklenen bir durumdur. Yapılan araştırmalara göre çoğu vak’ada orta şiddetteki stres tepkileri dahi, herhangi bir müdahale yapılmaksızın 6-16 ay içinde tamamen ortadan kalkabilmektedir.
Stres yaratan olaylara verilen tepkileri fiziksel, duygusal, bilişsel ve kişilerarası tepkiler olarak dört ana başlıkta toplamak mümkündür:
1. Fiziksel Tepkiler : Sözü edilen normal stres tepkileri, vücudumuzda sempatik ve parasempatik sinir sistemine dayalı olarak ortaya çıkar.
Sempatik sinir sistemi tehlike algılandığı anda devreye girer. Bedenin tehlikeli durumdan kaçmaya veya tehlikeyle savaşmaya hazırlanması için gerekli değişikliklerin meydana gelmesini sağlar. Aktivitesi, kalp atışlarında ve nefes alıp vermede hızlanma, terleme, sindirim sisteminde hareketlenme, kaslarda gerginlik, yorgunluk, uykuya dalmada güçlükler, vücudun değişik yerlerinde ağrı ve acı, iştahta değişiklikler, mide bulantısı ve cinsel dürtülerde değişiklikler olarak hissedilir. Tehlike ortadan kalktıktan sonra ise parasempatik sinir sistemi devreye girer; sempatik sistemin vücutta ortaya çıkardığı değişikliklerin geri dönüşümünü, beden aktivitelerinin normale dönmesini sağlar.
Bütün bu değişikler doğal olarak programlanmıştır; normaldir hatta hayatta kalmak için gereklidir. Buna karşın bazı durumlarda, sempatik sinir sistemi o kadar yoğun ve uzun süreli çalışmak durumunda kalır ki parasempatik sinir sisteminin devreye girmesi ve işlemin geri dönüşümü güçleşir. Bu noktada psikolojik travmaya bağlı olarak ortaya çıkan bir takım sorunlar söz konusu olur. Genel Uyum Sendromu (General Adaptation Syndrome) yaklaşımına göre, stres yaratan bir olayla karşılaşıldığında vücut ilk önce dikkatin ve bütün duyuların keskinleştiği alarm durumuna geçer. Daha sonra olayın etkilerini azaltmaya yönelik direnç aşaması ile vücut stres yaratan durumla savaşmaya ya da ondan kaçmaya başlar. Eğer bu aşamada yapılanlar işe yaramazsa, vücutta bir tükenme hali söz konusu olur ve doku yıkımı, hatta ölüm görülebilir. Diğer bir deyişle devam eden yoğun stres karşısında, sıklıkla gözlenen psikolojik tepkilerin yanısıra vücut da zarar görebilir.
2. Duygusal Tepkiler: Travmatik bir olay karşısında yoğun stres sonucu ortaya çıkan duygusal tepkiler eğer ilk iki hafta gözleniyorsa normal karşılanmalıdır. Travmatize olmuş kişiler şok, korku, yas, öfke, suçluluk, utanç, çaresizlik, ümitsizlik, duygusal uyuşukluk (sevgi, yakınlık, herhangi bir şeye ya da birine duyulan ilgi, gündelik faaliyetlerimizden aldığımız keyif gibi duyguların hissedilmesinde çekilen güçlük) gibi duyguları yoğun bir şekilde yaşayabilirler. İlk 1-2 haftadan sonra eğer bu duygular varlıklarını ve yoğunluklarını korurlarsa bu, muhtemel bir psikolojik soruna işaret edebilir.
3. Bilişsel Tepkiler: Strese verilen bilişsel tepkiler duygusal tepkilerle bağlantılıdır. Verilen bilişsel tepkiler hem olayın kendisi hem de verilen fiziksel ve duygusal tepkiler nedeniyle ortaya çıkabilirler. Söz konusu tepkiler şaşkınlık, dalgınlık, mekan ve/veya zamana oriyantasyonda güçlük, hafıza problemleri ve kafa karışıklığı olarak özetlenebilir.
4. Kişilerarası Tepkiler: Aşırı stres durumlarında evde, okulda ve/veya işteki arkadaşlık, eş ve ebeveynlik ilişkilerinde de ortaya çıkan bir takım belirtilerden sözetmek mümkündür. İlişkilerde gözlenebilen bu değişiklikleri güvensizlik, tedirginlik, artan çatışma eğilimi, içe kapanma, yalnız kalma kendini reddedilmiş ya da terk edilmiş hissetme, uzaklaşma, önyargılı olma eğiliminde artış ve kontrol etme ihtiyacında artış olarak gruplanabilir.
(b) Travma Sonrası Gelişim
Travma sonrası gelişim, bazı yazarların yaşanan travmatik olaylardan sonra yaşantıya bağlı ortaya çıkan olumlu özellikleri ifade etmek için kullandığı bir kavramdır. İlk bakışta insana oldukça alışılmadık gelebilmekle birlikte “insan bir felaketten yararlanabilir mi ?’” sorusu da doğaldır.
Büyük felaketler yaşamış insanların bir kısmı, bir süre sonra, yaşantıları vasıtasıyla kriz durumlarıyla nasıl başa çıkabildiklerini gördüklerini, ne kadar olumsuz ve yaralayıcı olursa olsun, iyileşebildiklerini ve bunun kendilerine güvenlerini arttırdığını anlatmaktadır. Ayrıca bu tür olayların insanların kendi küçük topluluklarını daha yakın ve birbirine destek olabilen bir sosyal yapı haline dönüştürdüğünü, bireylerin hayattaki önceliklerini, hedeflerini ve değerlerini gözden geçirmelerine fırsat tanıdığını, dolayısıyla kişisel gelişimlerine katkıda bulunduğunu düşünenler bulunmaktadır. Görüldüğü gibi “her felaket hayatın iyileşmesi için bir fırsattır” anlayışını destekleyen kişilerde bu anlayış, stres ve travma sonrası iyileşme sürecine yardımcı olmakta, süreci hızlandırmaktadır.
TSSB Habercisi Ağır Stres Tepkileri
(a) Ağır Stres Tepkileri
Her ne kadar felaketlere maruz kalanların çoğu bu yaşantı karşısında hafif düzey stres tepkileri verirlerse de, her üç kişiden biri Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun (TSSB) habercisi olabilecek bir takım daha ağır stres tepkileri verebilmektedir. Söz konusu olan ağır stres tepkileri şunlardır:
Disosyasyon: Kendini gerçek-dışı ya da bedeninin dışındaymış gibi hissetme; belirli dönemleri hatırlamak istendiğinde kafanın tamamen boş olması ve hiç bir şey hatırlayamama.
Hayatı sekteye uğratacak şekilde yeniden-deneyimleme (re-experiencing) : dehşet verici anıları, kabusları yeniden yaşıyormuş gibi hissetme ve duyumsama.
Rahatsız eden anılardan kaçınabilmek için normalde yapılmayacak davranışların sergilenmesi : evden dışarı çıkamama, vb.
Madde ve alkol kötüye kullanımı ve bağımlılığı.
Aşırı derecede duygusal uyuşma (emotional numbing) : içi boşmuş gibi duyumsayarak hiçbir duygu hissedilememesi.
Aşırı tepkisellik (hyperarousal): panik ataklar, öfke nöbetleri, aşırı gerginlik, aşırı tedirginlik hissedilmesi).
Yoğun kaygı : hayatı durduran derecede endişe duymak, aşırı çaresizlik hissi, düşünce veya davranışlardaki takıntılar.
Ağır depresyon : umudun, kendilik değerinin, motivasyon ya da hayatın anlamının tamamen yitirilmesi.
Psikotik belirtiler : halüsinasyon, delüzyon, tuhaf düşünceler ve imgeler.
(b) Ağır Stres Tepkilerine Haberci Olabilecek Olayla İlgili Faktörler
Yapılan araştırmalarla, ağır stres tepkilerinin ve uyum sürecinin uzun süreceğine dair ipucu veren, yaşanan olayla ilgili bir takım risk faktörleri belirlenmiştir. Belirlenen bu risk faktörlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
– Yaşamı tehdit eden ya da ağır yaralanmaya neden olan bir olayı yaşamak ya da buna şahit olmak.
– Aşırı şiddet nedeniyle ölümlere, yaralanmalara ya da çevresel hasarlara şahit olmak.
– Kişinin evini, değerli eşyalarını, önem verdiği ve kendisi için destek grubu niteliği taşıyan ilişkilerini kaybetmesi.
– Aşırı derecede yorgunluk, uykusuzluk ve aç kalma.
– Tehlikelere uzun süreli maruz kalma ve kayıp yaşama.
– Zehirli maddelere maruz kalmış olma (zehirli gazları soluma, radyoaktif maddelere maruz kalmış olma).
(c) Tarihçedeki Risk Faktörleri
Yapılan araştırmalar bireylerin travmatik deneyimden önce yaşamış oldukları bir takım olayların da ağır stres tepkileri göstermelerinde risk faktörleri oluşturabileceğini ortaya çıkartmışlardır. Bunun nedeni, halihazırda yaşanan travmatik olayın geçmişte yaşanmış olan olayların anılarını ve daha sonra neden oldukları tepkileri yeniden alevlendirmeleridir. Tarihçede belirlenen risk faktörleri şunlardır:
– Başka travmalara maruz kalmış olma (büyük kazalar, taciz, savaş, kurtarma çalışmalarına katılmış olma, vb.).
– Kronik tıbbi rahatsızlıklar ya da kronik psikolojik bozukluklara sahip olma.
– Kronikleşmiş yoksulluk, evsizlik, işsizlik durumlarında yaşamak ya da ayrımcılığa maruz kalmış olmak.
– Önemli ve zorlayıcı yaşam olaylarına maruz kalmış olmak (birden bire tek başına çocuk yetiştirme durumunda kalmış olmak, vb.).
(d) Stres Etkilerini Azaltmak ve Uyumu Arttırmak
Araştırmalar felaketlerden sonra stres tepkilerini azaltmak için yapılabilecekler konusuna odaklanmaya başladı. Konuyla yapılan gözlemleri temel alarak, felaket sonrasında stres tepkilerini azaltma ve felaket sonrası uyumu arttırma yönünde faydalı olabileceği düşünülen önlemler önerilebilir:
Korunma: Güvende olabileceğiniz, gıda ve içecek bulunan, sessizce oturup rahatlayabileceğiniz temiz bir yer bulup kısa bir süre uyuyun.
Yönlendirme: Kişisel ve aile üyeleriyle ilgili önceliklerinizi belirleyip bunlar üzerinde çalışmaya başlayın. Böyle durumlarda ortaya çıkması muhtemel olan ümit, amaç ve özgüven yitimi engellenebilsin.
Bağlantı Kurma: Kendi deneyiminizi anlatabilmek ve onların deneyimlerini dinleyebilmek için aile üyeleri, arkadaşlar ve psikolojik danışmanlarla bağlantı kurun. Böylece+ yaşanan felaketin yarattığı stresin yavaş yavaş yatışması mümkün olabilir.
Arama ve Seçme: İhtiyaçlarınızı karşılayabilecek kurumları biran önce araştırmaya başlayın ve içlerinden ihtiyaçlarınızı en uygun koşullarda karşılayabilecek
olanları seçin.
Uyum Süreci Olarak Ortaya Çıkan Travma Sonrası Belirtiler
Travmaya yol açan olay ortadan kalktığı halde, olaya verilen tepkilerin ortadan kalkmaması, travma kurbanlarının en önemli sorunudur. Yeniden-deneyimleme (re-experiencing) da denilen süreç, travma etkilerine bağlı olarak ortaya çıkan birçok belirti ve bozukluğun açıklamasında kritik rol oynamaktadır. Bu süreçte kişinin yaşayabileceği sorunları sıkıntı veren ve istenmediği halde zorla akıldan geçen anılar ve görüntüler, kabuslar ya da kişinin başaçıkmakta zorlandığı çok yoğun duygular olarak özetlemek mümkündür.
Gündelik deneyimlerin bilgilerinin beyin tarafından işlenmesi sırasında sıkıntı verici yaşantılar ortaya çıkmaz; beyin zaten normal hızında çalışırken onları zorlanmadan işleyebilme kapasitesine sahiptir. Dolayısıyla travma sonrasında yaşanan bütün sıkıntılar, ilk başta beynin, travmatik olay nedeniyle normalden çok daha fazla sayıda ve yoğunlukta hücum eden uyarıcıları diğer bütün yaşantılar gibi işlemeye çalışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar; uyuma yönelik bir sürecin yan etkileri olarak değerlendirilebilirler.
Problem ancak işlenmesi gereken bilgileri zihninden değişik yollarla uzaklaştırdığı ve bu bilgilerin işlenmelerine engel olduğu zaman başlar. Travma deneyimlerinin neden oldukları yoğun ve dayanılmaz duygular nedeniyle, bir savunma mekanizması olarak kişi, değişik yollarla zihninden işlenmesi gereken bilgileri uzaklaştırabilir. Bu durumda, hala işlenmesi gereken malzeme gündemde olur ama bilgi işleme süreci her seferinde yarım kaldığından kişi kendisini aşağıdaki şekilde de görülen bir kısır döngünün içinde buluverir.
Uyumsuz Başaçıkma Stratejilerinin Kullanılması
Özellikle uzun süren travma yaşantılarında (aileiçi cinsel taciz gibi) travma kurbanları, olay sırasında olanlara katlanmak için kullanageldikleri ve kendilerini korumaya yönelik olan başaçıkma stratejilerini, sözkonusu durum ortadan kalktıktan sonra da kullanmaya devam edebilirler. Bu stratejiler (aşırı duyarlılık, disosyasyon, kaçınma ve duygusal uyuşukluk) zamanında gerçekten yardımcı olunmasına karşın, travmatik durum ortadan kalktıktan sonra da kullanılırlarsa kişinin hayatını problem yaratacak ölçüde engellemeye başlarlar.
Dolayısıyla travmayla bağlantılı olan bütün “belirtileri” uyum çabaları olarak düşünmek yararlı olabilir. Söz konusu olan belirtiler, travma kurbanlarının kendilerini zorlayan yoğun duygularıyla başaçıkma çabalarını yansıtır. Problem, şimdiki durumlarıyla daha uyumlu olabilecek başaçıkma stratejilerini bilmemeleri; geçmişteki travmatik durumda kullandıkları davranış örüntülerini sürdürmeleridir. Buna bağlı olarak, travma kurbanlarının belirtileri karşısında, sözkonusu davranışın neye hizmet ettiğinin sorgulanması gerekir. Eğer uyumsuz olan davranışların işlevleri anlaşılabilirse, bunların yerine aynı amaca hizmet edecek olan daha uyumlu davranışların yerleştirilmesi mümkün olabilir.
Travmanın Kalıcı Etkileri
Psikolojik olarak travmatize olan kişilerin yaşayabilecekleri bütün belirtileri barındıran bir tanı bulunmamaktadır. Buna karşın, travmatize olan kişilerin sahip oldukları birçok tanı bulunabilir. Travmatize olan kişilerde sıklıkla görülen bozukluklar şunlardır:
– Madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı
– Kişilik bozuklukları (özellikle Sınır Kişilik Bozukluğu [Borderline Personality Disorder]).
– Depresyon
– Kaygı bozuklukları (bu gruba Travma Sonrası Stres Bozukluğu [TSSB] da dahildir)
– Disosyatif bozukluklar
– Yeme bozuklukları
Bunlar arasında TSSB, psikolojik travma etiyolojisine dayalı tek tanı kategorisidir. Herhangi birinin TSSB tanısı alabilmesi için, tarihçesinde bir travmatik olay bulunması gerekmektedir. Tanıların çoğu açıklama yerine betimlemeye yönelik olduğundan, bağlamdan bağımsız olarak belirti ve davranışlara odaklanırlar; kişinin sözü edilen davranışları neden ve nasıl geliştirmiş olabileceğiyle ilgili bilgi vermezler (travmatik stresle başa çıkabilmek için, vb.). Travma ve bağlantılı belirtilerini ortaya çıkarabilmek için “bu kişinin nesi var?” yerine “bu kişi ne yaşamış?” sorusunu sormak gerekir.
NEDİR?
İnsanlar akademik, sosyal veya mesleki yaşamlarında zaman zaman performans sergileme durumundadır. Bu durum hayatımızın hemen her alanında karşımıza çıkabilir. Sporcular için bu durum maçlarda, tiyatrocular için sahnede, öğrenciler için sınav zamanında baş gösterebilir. Çalışma hayatında insanlar yaptıkları hemen her görevde performans gösterirler; bu bir iş görüşmesi, yoğun bir ofisi yönetmek şeklinde olabilir. Bu performans kişiden kişiye, durumdan duruma değişmekle birlikte hemen herkeste bir miktar stres ve kaygı yaratmaktadır. Ancak bu stres ve kaygı aşırı olduğu zaman performansını olumsuz yönde etkileyecek, hatta fizyolojik ve psikolojik sağlığı bozacak noktalara varabilir.
BELİRTİLERİ NASIL OLUR?
Birçok insan,
- Hızlı ve yüzeysel nefes alıp verme
- Terleme
- Titreme
- Hızlı nabız artışı
- Baş dönmesi
- Mide bulantısı
- Ağzın kuruması
gibi bedensel belirtiler yaşarlar.
TEDAVİ SÜRECİ NASIL OLUR?
Performans kaygıları, Performans Geliştirme dediğimiz tedavi ile kolayca üstesinden gelinebilir. Terapi, danışanların performanslarını en iyi şekilde sergilemelerine, öz güvenlerini ve kişisel gelişimlerini arttırmalarına ve kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlar.
NEDİR?
Cinsel sorunların yüzde biri bedensel faktörlere dayanırken geri kalan ve neredeyse bütününü oluşturan büyük çoğunluğu psikolojik sebeplerden kaynaklanmaktadır. Cinsel problemlerin tedavisi mümkün olmasına rağmen çoğu kişi bu problemini yok saymaya çalışır ve tedaviden kaçınır.
Hem kadınlarda hem de erkeklerde cinsel problemlere çok sık rastlanabilir. Sebepler bireye özgü olsa da genellikle cinsel açıdan ailevi baskı altında yetişmiş kişilerde, cinsellikle ilgili yanlış bilgilendirilmelere sahip kişilerde veya kişinin yaşadığı kötü tecrübeler de cinsel sorunlara yol açabilir.
EN SIK GÖRÜLEN TÜRLERİ?
Kadınlar en sık görülen cinsel problemler;
- Vajinismus (ilişkiye girememe),
- Cinsel isteksizlik,
- Orgazm olamama,
- Cinsel tiksinti.
Erkeklerde görülen cinsel problemler;
- Erken boşalma,
- Sertleşme problemleri,
- Cinsel isteksizlik,
- Orgazm olamama.
NEDENLERİ NELERDİR?
Cinsel bozukluklarda hem kadının hem de erkeğin taraflıca psikolojik kaynaklı cinsel sorunları olabilir, sıralamak gerekirse;
Kadınlardaki psikolojik-sosyal kaynaklı cinsel sorunlar;
- Topluma uygun kadın rolü
- Olumsuz beden imajı
- İçe dönük kişilik yapısı
- Bireysel psikolojik sorunlar
- Katı inanç sistemi
- Ebeveynle yaşanan psikolojik sorunlar
- Cinsel taciz veya bu alandaki travmalar
- Stresli yaşam olayları
- Evlilik içindeki sorunlar
- Eşten kaynaklı sorunlar
Erkeklerdeki psikolojik-sosyal kaynaklı cinsel sorunlar;
- Geleneksel erkek rolü
- Olumsuz beden imajı
- Performans kaygıları
- İçe dönük kişilik yapısı
- Bireysel psikolojik sorunlar
- Maskelenmiş cinsel kimlik sorunları
- Anne-babayla yaşanan sorunlar
- Stresli yaşam olayları
- Evlilik içindeki sorunlar
- Eşten kaynaklı sorunlar
olabilir.
TEDAVİ
Cinsel problemine karşı duyarlı olmayan ve bu konuda tedaviden kaçınan kişilerin eşleriyle araların birçok yanlış anlaşılma, eşlerin sadakatsizliğine yönelik çeşitli şüpheler oluşabilir; bu tarz düşünceler ilişkilerin dayanıklılığını ciddi anlamda sarsabilir. Oysa ki basit bir terapi süreci ilişkideki problemleri çözümlemede yardımcı olacaktır. Cinsel sorunlar her kültürde ve eğitim düzeyindeki kişilerde görülebilir. Önce sorunu kabul etmek ve psikoterapik yardım danışmak önemlidir.